Bu Blogda Ara

30 Kasım 2016 Çarşamba

Susuyoruz Çünkü !..


Tarih yüzlercesini yazıyor; Oysa binlercesi yaşandı bizden önce.
Ne Hitler kurtuldu yakılmaktan, ne Mussolini asılmaktan…
Kuyruğuna teneke bağlananlarda oldu, tükürükten boğulanlar da…
Dermanı da yok, kaçışı da.
Ve bu gün, yine bu topraklarda aynı vahşet yaşanıyor.
Tarihe rağmen aynı işkence devam ediyor.
Demek ki ''Tarih tekerrürden ibarettir'' diye boşuna söylenmemiş ama Yunus'ta boşuna dememiş:
”Zulmle âbad olanın, ahiri berbat olur.”diye…
İnsanlığa bakıyorum , aklım almıyor .
Bu gibi işkenceyi yapan cahil veya işkenceden zevk alıyor hasta.
Alkışlayan da cabası adeta ..
Ne desek ?
Ne yazık ki bu dünya yaşamak için uygun bir yer değil ve belki öbür dünya içinde amelimiz uygun değil.
Bıraktılar bizi arafatta..
Susuyoruz ,susturuluyoruz...
Sanki dünya bizlerin değil, bizi öldürmek isteyenlerin dünyası.
Lâkin bir gerçek bakidir; İmtihan bu ya ..
Kimi zalim olup öldürecek,kimi mazlum olup ölecek,kimi ise zülme karşı direnecek ve Allah'ın adaletini tüm gücüyle haykıracak.
Umutsuzluk yok !
Şeytanın tuzaklarından biri imtihanı yarıda bıraktırmak.
İmtihanımız tam !..
Susuyorsak, Rabbin dini hakim oluncaya kadar ...

Göknur ORAL 

24 Kasım 2016 Perşembe

22 Kasım 2016 Salı

BEZ ÇANTALAR

Türkiye güzel bir ülke... Ancak yakından baktığımızda bu sıra dışı güzelliği bozan bir çok şey var; çöpler, atıklar, özellikle de naylon poşetler...
Naylon poşetler petrol türevi olan polietilenden üretilir. Ve üretim sürecinde suyun tüketilmesi, göl ve nehirlerin akış rejimlerini bozması, depolama sürecinde ciddi maliyetler oluşturması, doğal yaşam ortamlarına zarar verip nesli tehlike altındaki türlerin varlığını tehlikeye sokması ve doğada buldukları poşetleri yiyecek sanan yunus,fok ,balina gibi  hayvanların boğazlarını tıkayıp boğularak ölmelerine ve  bir yerde de şeffaf oldukları için tıpkı bir sera gibi ısıyı emerek orman yangınlarının sebebi oldukları ,hemen herkes tarafından bilinir .Yani doğal görünümün bozulmasında büyük etkiye sahip olan  bu naylon poşetler. Kullanışlı olmadıklarından değil... Son derece işlevsel, hafif, dayanıklı  ve ucuzlar, hatta ücretsizler! Ne yazık ki çoğunun sonu çöplük ya da çevreye oluyor. Polietilen poşetlerin üretimi 80'li yılların ortalarında ve 90'lı yılların başlarına gelindiğinde hızla yayılarak  moda olmaya başladığından bu yana, dünyada hemen her ülkede kullanılıyorlar. Her gün onlarla karşılaşıyoruz. Sebze ve meyveden, kıyafet ve kitaplara değin her şeyi taşımaya elverişliler ama dokundukları gıdaların vitaminlerini yok etmenin yanında  içindeki maddeyi göremesek te içine koyduğumuz her şeye sinip kanserojen etkisi yarattığı uzman  doktorlar tarafından kanıtlanmıştır  fakat yine de onları çanta gibi kullanıyor, evde çıkan çöplerimizi de onlara koyuyoruz. Naylon poşet'lerin olmadığı bir yaşam düşünmek güç. Ancak, eğer gezegenimizin ve sağlığımızın korunmasına katkıda bulunmak istiyorsak, onları kullanmayarak naylon poşet üretimini azaltmalı, olanaklı olduğunda ise naylon olmayan poşet ve çanta kullanmalıyız.
 Nasıl mı ? işte burada son zamanların en gözde taşıma ve alış-veriş torbaları devreye giriyor.İnsan sağlığına ve çevreye hiçbir zararı olmayan, %100 ham pamuktan üretilen ve “ham bez çanta” olarak adlandırılan bez çanta alış-veriş torbalarının üzerine gelen baskıların çantanın “doğa dostu”  özelliğine zarar vermemesi için zararları minimuma indirilmiş ekolojik su bazlı boyalar olması ile ...
Bez çantalar her ne kadar 90'lı yıllarda bir görünüp kaybolmuşsalarda bugün bu bez çantalar sadece bohem bir tarz için kullanılmasının yanında firmaların, reklam bazında müşterilerine güvenle sunacağı bir ürün haline geldiğini söyleyebilirim .Özellikle desenleri ile eğlenceli hale gelen bu  bez çanta modelleri ile taşıma işlerinde de normal plastik araçlara göre kat kat kullanışlı.İster elimizde ister omzumuzda , rahatlıkla taşınabilir. 
Ve şunu da belirtmeliyim ki , kanımca kullanacağımız bez çantaları sadece günlük çanta olarak düşünmemek gerekiyor. Çünkü bu güzel parçaları aynı zamanda birer bilgisayar çantası olarak kullananlar da oldukça fazla… Ya da küçük el çantanızın yanında kitabınızı, güneş gözlüğünüzü taşımak için farklı bir alternatif olarak bu dekoratif çantaları tercih edebiliriz. Bez çantalar konusunda bir diğer güzellik ise bol çeşitleri içinden bir seçim yapabileceğimiz gibi kendi çantamızı kendimiz de yapabiliyor olmamız. Sipariş vermek istediğiniz  bez çantalardan birisine  dilediğiniz görseli bastırabiliyor olmamız .Ve bütün bunların yanında oldukça ekonomik olması da göz ardı edilecek gibi değil .Bez çanta kullanımının çevreci duyarlılığa sahip bilinçli tüketicilerin, konunun uzmanlarının ve bu konuda araştırma yapan bilim adamlarının “sağlıklı bir yaşam ve daha temiz bir çevre için bez torba kullanalım” anlayışıyla hareket etmesi, ileri ki dönemlerde doğa ve insan sağlığı için zararlı olan plastik poşetlerin hayatımızdan çekilerek, yerini ekolojik bez çantalara bırakacağının bir nevi göstergesi ...

Söz konusu yaşam alanımız ise yaptığımız iş bizim için mutluluk verici olmalı !  
Belki küçük ama güzel adımlarla ilerlenen yenilikler ile dünyamızı korumamız gerek !..


Göknur ORAL 

13 Kasım 2016 Pazar

Halimiz Yaman


'' Hey gidi gözünü sevdiğim İslam !" dedim haberi okuyunca.
Cenneti annelerin ayağına seren, kadına gerçek haklarını veren İslam'ın adaletine hepimiz öyle muhtacız ki...
Utanarak yazıyorum bu haberi.

Denizli'nin Honaz İlçesi'nde oturan 62 yaşındaki Ş. GÜZEL'in, tartıştığı oğlu 38 yaşındaki H. GÜZEL'e ayağından çıkarıp fırlattığı naylon terlik, 'silah' sayıldı. Oğlunun şikayeti üzerine polise ifade veren Ş.GÜZEL hakkında 'kasten basit yaralamaya teşebbüs' suçundan 2-5 yıl hapis istemiyle dava açıldı.
Oğluna attığı terliğin silah sayılmasını gülerek karşılayan Ş.GÜZEL, şöyle dedi:
"Kapıma benimle tartışmaya gelmişti. Hakaret edince ayağımdaki terliği fırlattım. Zaten isabet etmedi, evin içinde giydiğim naylon terlik bu, polise gitmiş şikayet etmiş. Ben de ifade verdim. Terliğin silah olduğunu bilseydim, atmazdım. Bu terlik isabet etse ne olacak sanki, yaralamaz, acıtmaz bile. Cezam neyse çekeceğim, terliği silah saymışlar, yapacak bir şey yok.

Evladına kızınca terlik atmayan anne var mı ki ? hani bu objeyi bırakalım .Hangi anne ,evladına bir zeval gelsin ister ki ?..
Ne denmeli ki ;
Artık hangi halimize yanalım ?
38 yaşına gelmiş "anam elini ayağını öpeyim" diyeceğine arkadaşıyla konuşur gibi tartışmasına mı ?
Tartıştığı yetmemiş utanmadan anasını polise şikayet etmesine mi?
Yetmedi onu ciddiye alıp "evet haklısın, annen suçludur" diyen sözde adalet sistemine mi?
Yoksa İslamdan uzak, Kur'an'dan bihaber yaşayan müslümanlara mı?
Oysa Rabbimiz ne güzel buyurmuştu " Anne ve babanıza öf bile demeyin !!! " diye... 
Daha neler göreceğiz ,duyacağız .Rabbim ıslah etsin insanoğlunu...


12 Kasım 2016 Cumartesi

KİTCHS TARZI

Hayatın içinden hayata doğru güzel bir şiir, iyi bir romanı keyiflice okuyacak zamanımız olmalı !..
Biz kitapseverler iyi şiirin,romanın keyfini çıkara duralım. Etrafımızdaki geniş kitle kitapların
kapak fotoğrafını çekip birkaç dizeyi sosyal medya hesabından paylaşsın
Oysa bu paylaşımların çoğundaki tekerleme tadındaki dizelerin o şairin şiiriyle uzaktan yakından bir ilişkisi bile yok. Ne Gam !
Olsa bile bağlamından ve anlamından koparılmış, sığ, tribünlere oynayan kelime öbekleri...
Gerçek sanatı popüler kültüre yediren “kitsch” bir tarz !
Merak etmeyenlerin,hayatı sorgulamaya cesareti olmayanların ilk üç satırı oldu Cemal Süreya, CanYücel, Nazım Hikmet, Oğuz Atay vs. Altına onların isimlerini yazdığınızda çok anlamlı sözler etmiş oluyoruz. Ne de olsa Facebook
ve sosyal medya hesaplarında yarattığımız profile baharat katıyorlar.
Sonrasında sanal alemin tuzu bireri tadında oluyorlar.
Ve evet ne yazık ki;
Başardık ...başardınız... Siz de “derin” duyarlılığı olan insanlardan oldunuz
bir paylaşımla. Bu kadar basit.
Oysa hiç bir kelime derin duyarlılığın ispatı olamazdı. O kadar aciziz ki okumayı bir ceza olarak görüyor hale geldik öyle ki kendimize bir nevi işkence çektirdiğimizi zannediyoruz . Ne demeliyim !

Bu yangında ilk kurtarılması gereken ve hayatımızda önemli yer tutan Şair/Yazarları hiç bir zaman anlamaya gayret etmediğimiz apaçık ortada.

Göknur ORAL

11 Kasım 2016 Cuma

E-Kitaplar Okuma Tarzını Değiştiriyor



İlk elektronik kitabın yayımlanmasının üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti.
Ve ilk tepkiler olumsuz olsa da bazıları e-kitapların giderek yaygınlaşacağını, hatta klasik anlamda kitapların varlığını tehdit eder hale gelebileceğini öngörmüştü.
Açıkçası günümüze baktığımda bu öngörünün çok yerinde olduğunu görebiliyorum. İnsanlar tüm işlerini sanal aleme adapte ederek yaşıyorlar artık . Öyle ki yapılan araştırmalarda ABD´de yetişkin nüfusun yarısının bir tablete ya da e-kitap okuyucusuna sahip olduğunu ve her 10 kişiden 3´ünün      e-kitap okuduğunu gösteriyor.
Ve , evet.. Basılmış kitaplar hala en yaygın okuma biçimi olarak gözükse de son 10 yılda e-kitaplar da hızlı artış gösteriyor. Buda kitabın sayfalarını çevireceğimiz, kokusunu içimize çekeceğimiz günlerin bir zaman gelecek hepten biteceği sinyalini veriyor.
Çünkü kitap piyasasının yüzde 20´sini teşkil eden e-kitap satışları 2015´te kendinden önceki yıllara nazaran biraz duraklama dönemine girdiği araştırma bazında ortaya konmuştu. Fakat baskı kitapların satışında da bir düşüş olmuştu.
Hatta Robert Stein bu durağan çizginin bir gün yeniden yükselişe geçeceğini söylemiş ve Stein, e-kitapların gelecekte yayınevleri tarafından değil, video oyunları sektörü tarafından üstlenilebileceğine, kitap okumanın daha sosyal bir deneyim haline geleceğine, yazarla okuyucunun dijital ortamda iletişim kurabileceğine inandığını vurgulamıştı.
Çok haklı şimdilerde Wattpad diye Türkiye´de yerini alan yazar çalışma sitesi tam da Stein´in düşüncelerine tercüman olmuş vaziyette .tabi bir çok sosyal siteleri de saymış olsak herhalde uzar.
Günümüz olanaklarına bakarak bir yazar ve okuyucu olarak diyebilirim ki ;
Kitap basımının tümüyle ortadan kalkması beklenmiyor, ama ağaç baskı, karanlık oda fotoğraf baskısı ve el dokuması gibi zanaatkar veya estetik bir değer kazanacağını tahmin ediyorum .Ve öyle bir an gelecek ki kitaplar okumak için değil, daha çok bakmak için olacak .sadece sanat katalogları ve sehpalardaki yerlerini koruyacak. Tıpkı 1980-1990 arası kalan ve geleceğe ulaşması beklenen antikalar gibi ...


Göknur ORAL 

10 Kasım 2016 Perşembe

Memleketin Doğuşu Kış Mevsimi




Havalar soğudu soğuyacak derken en sonunda kış, tüm görkemiyle kendini gösterdi. Ve her zaman olduğu gibi, soğuk günleri de beraberinde getirdi. 
Memleketimin doğuşu! 
Hoş geldi elbette kış, ama hoş gidecek mi bilemiyoruz tabii ki.
Bu mevsim haliyle soğuk olacak, olmalı da! Akşamlar  ayaz, geceler eksi yirmilere varan dondurucu soğuk, düşleyebiliyorum gelecek günleri…
Fakat her kışın, nedense hüzün daha çok uğrar sol yanıma. Belki de her şehrin yağan karı, derin yaraları beraberinde getirdiği için böyleyim.
Bilmiyorum, bildiğim tek şey; Mevsimlerden en çetin olanı, asla toleransı olmayan ve soğuk havanın tüm çevreyi olanca gücüyle kapsadığı durumlarıyla, ne çok zorlukları da beraberinde getirdiği...
Öyle ya  sobalı evlerde yaşayanlar hala var. Bende onlardanım odunuyla, kömürüyle... Kimine göre eskilerde kaldı belki o günler, kaloriferiyle... Ama eskilerimiz bilirler; Kışı, sobayı... Nede olsa  unutulmaz  anılar bıraktı zihinlerde.

Ne diyeyim, her mevsimin  hikmetleri  var elbette!  İmkanlarımız ölçüsünde kışı geçiriyoruz.  Ya imkânı olmayanlar ne yapacak! Düşündükçe soğuktan değil üzüntüden titriyor bedenim.

Tabi birde kader yada ihmaller söz konusu...
Sobadan sızan gazdan ve kömür zehirlenmelerinden ölenleri  çok duymuşuzdur  ne yazık ki. ve  bunun yanında bir çok trafik  kazası. İnşallah bu yıl duymayalım böyle üzücü haberleri.
Demem o ki, her güzellik belki göründüğü kadar güzel değildir. Bu yüzden hep  çelişki içindeyim .Karı severim, hele ki kara eşlik eden aşkın melankolik yağışı..  ama  üşümeyi hiç sevmem.. bu yüzden de, kimsenin üşümesini de istemem.
Ancak elden ne gelir. Bizler sıcacık evlerimizde otururken, kim bilir kimler üşüyordur daha.
Yaşamın zorluklarıyla baş etmek zorunda olan birçok insan var ülkemizde. Yoksulluk bir yana  bir de soğuk havayla olan savaşımız ve vicdanımız...
Sızım sızım sızlanan vicdanlarımıza dilsiz sokak hayvanları tercüman oluyor.onları gördükçe kızarım kendime ´´ Ne insanlığa nede masum hayvanlara çare bulunamadı ´´ diye...
Gerçi kaç tanesine bakabiliriz ki! Ya da görüp yardım edebiliriz ki.

İşte hüzün misali kar yağdığı zaman, inceden düşüncelerime eklenir kaygı dolu bakışlarım. Öylece dalarım, esen sert rüzgarlarla gelen delice lapalara. Fırtınalar kaplıyor ruhumu ansızın. İçimden süzülüyor sözlerim..
Dua etmek gerek! Sokakta kalanlara ve yaşamaya çalışanlara...

Göknur ORAL


9 Kasım 2016 Çarşamba

Yorgunluk Salgını

Sonbaharın gelmesiyle birlikte herkesin aşina olduğu “bahar yorgunluğu” kapıları çaldı.
Ve ne yazık ki her insan, yorgunluk salgınının kurbanları...
Bende bir kurban olarak ;
  

Yaptığım her şeyde bir "ağırlık hissi" duymaya şimdiden başladığımı hatta en basit işler bile bütün enerjimi tüketiyor, işime yoğunlaşmamı giderek zorlaştırdı da diyebilirim.
İnternet te buna dair bir araştırma yaptım, bir çok makale okudum.
Ve aynen naklediyorum ;
Alman doktorları , arasında yapılan bir araştırmada doktorların yarısının yorgunluktan şikayet ettiğini, günün her saatinde bu durumda olduklarını, işe gitme düşüncesinin bile kendilerini yorduğunu ...
Finlandiya´da yapılan bir araştırma ise kadın ve erkeklerin yorgunluk karşısında farklı yöntemlere başvurduğunu, erkeklerin daha fazla hastalık izni kullandığını ortaya koyduğunu...
Almanya´da yayımlanan bir makalede ise yorgunluk depresyonun "lüks versiyonu" olarak tanımlandığını ve depresyona olumsuz bir anlam yüklendiği için o "başarısız insanların hastalığıydı", iyi meslek sahibi eğitimli insanlar ise yorgunluktan şikayet edildiğini vurgulamış.
Ancak bu tezlere tamamen cevap niteliğinde dikkatimi çeken ;
İngiltere´deki Kent Üniversitesinde edebiyat eleştirmeni ve tıp tarihi uzmanı olan Schaffner oldu .
Schaffner bu konuyu araştırıp ve bu çalışmanın sonucunu "Yorgunluğun Tarihi" başlıklı bir kitapta topladığını öğrendim.
Kitabı sormadığım yayın evi ve siteler neredeyse kalmadı ve sonunda buldum.
Schaffner, "Depresyonun insanda öz güven kaybı, hatta kendinden nefret etme durumu söz konusu olduğunu ama yorgunluk ve tükenmişlik hissinde kişinin kendine bakışında değişiklik olmadığını vurgulayıp ,yorgunluk kronik yorgunluk sendromu ile de karıştırılmamalıdır. Burada en az altı ay süren ve en küçük aktivitenin bile büyük bir fiziksel ve ruhsal yorgunluğa yol açması durumu söz konusudur ´´ diyor.
Ve bende diyorum ki ;
Çağımızın sorunu olan yorgunluğa net bir çözüm bulunamasa dahi tavsiyemdir .
Yorgunluğun Tarihi kitabı okunması gereken bir eser.
Çünkü çoğu insan için yorgunluk hissi sadece işle sınırlı değil.Tarih boyunca var olan bir olgu. çaresi ise kişiden kişiye değişir. Neyin enerjinizi tükettiğini, nelerin enerji verdiğini bilmeniz lazım ,bilinçlenmek adına...

Göknur ORAL